Bir varmış, pir varmış, pir nereye varmış? Pir nereye varmışsa pire de oraya varmış. Daha sonra pir pireyi toprağa dikmiş. Pire toprakla birleşmiş. Pir kaçmış, pireyle toprak kovalamış. Toprak yaprağa dönüşünce pire yalnız kalmış. Bu sefer pireyle yaprak kaçmış, pir kovalamış. Tekerleme böyle uzar gider, bir değil bin sayfa yazsam da sonu gelmez. Biz yolu uzatmayalım, kestirmeden dönelim, şu yazdığım Keloğlan masalını övdükçe övelim.
Kadim zamanlarda bir Keloğlan yaşarmış. Hey benim boyuna posuna kurban olduğum, güler yüzlü, temiz sözlü, can bülbülüm, huma kuşum. Sen olmasan ben derdimi, kederimi kimle, nasıl paylaşırım? Sen hep var ol, korkma, ben adını sonsuza dek yaşatırım. Benim adım da varsın Keloğlan adıyla kaynaşıversin, kim bunu fark eder ki?
Keloğlan anasının zorlamasıyla eline ok ve yay alıp ava çıkmış. Keklik, tavşan, ceylan ne bulursa vurup getirecek ve evde anasıyla birlikte pişirip yiyecekmiş. Ok yaya takılmış, yay gerilmiş, Keloğlan'ın sağ kaşı kalkmış, nişanını almış ama av nerede? Av yokmuş. Ağaç tepelerindeki maymunlar, Keloğlan ormana girdiği andan itibaren seranat vermeye başlamışlar. Ormanda Keloğlan'ın avlanmaya geldiğini duymayan kalmamış. Orman sakinleri inlerine, kovuklarına saklanmışlar. Keloğlan okla yayı bıraksa onlar saklandıkları yerden çıkarlar mıymış? Tabi ki çıkarlarmış. Nitekim Keloğlan okla yayı bırakınca keklik, tavşan, ceylan ortaya çıkmış ve Keloğlan hoş geldin deyip yanına gitmişler. Keloğlan bu duruma çok şaşırmış, aklını dağlardan, tepelerden aşırmış. Nereden aklıma esti de okla yayı bıraktım diyerek kendi kendine söylenmiş. Bu ekşi duruma dayanamayıp tatlı olmak isteyen kalem dillenmiş:
" Ya bırak çaktırma Keloğlan, ne güzel yazıyordum. Sen bir fırtınasın esip geçersin, fırtınanın esmekten korktuğunu ilk kez görüyorum. "
" Hadi oradan kalem çaktırdım, ben bu olaya fal baktırdım. Buradan Girit'e gitmek için, sal yaptırdım. "
Bu masalı yazmakta olan Serdar Yıldırım devreye girmiş. Anında sigorta atmış, ortalık aydınlanmış. Serdar Yıldırım dost elini Keloğlan'a uzatmış. Keloğlan dost eli sıkmakla kalmamış, Serdar'a sarılmış:
" Kusura bakma Serdar, elime ok ve yay alıp ava çıktım. Çıktım da ava çıktığıma iki bin pişman oldum. Ya medet, beni bu çıkmazdan kurtarırsan sana bir gül demet. Ava çıktım, avcı olamadım ama avlarla arkadaş oldum. Bir koluma geyik, diğer koluma ceylan girmiş, tepemde keklik, nereden geldi bilmem, bende kalıcı oldu bu ürkeklik. "
Serdar: " Aman Keloğlan, yaman Keloğlan, dağlar başı, duman Keloğlan. Senin ürkeklik sandığın aslında cesaret, sen can alıcı olmayı bilerek terk et. Avcı can alırsa değildir cesur, onda vardır mutlaka bir kusur. Tavşan, ceylan, keklik senden korkmuyor, onlar iyiyi, kötüyü birbirinden ayırıyor. Sen avcı onlar av ama korkmuyorsa av avcıdan, bu senin büyüklüğündendir, erdemindendir. "
Keloğlan: " İyi, güzel diyorsun da anam elime ok ve yay verdi, git bir av vur, getir, pişirip yiyelim, dedi. Şimdi eli boş dönersem, anam beni eve koymaz. "
Bunun üzerine Serdar: " Sıkma canını Keloğlan. Annenle ben konuşurum. Bu iş için, sana kızmaz. "
İkisi birlikte eve gitmişler. Serdar'ın sözleri üzerine anası Keloğlan'ı affetmiş. Onları tarhana çorbası içmek için, eve davet etmiş. Çorbalar içildikten sonra sohbet etmişler. Sonra yatıp uyumuşlar. Sabah olunca Serdar bana müsaade deyip aralarından ayrılmış. Masalımız da burada bitmiş.
SON